Çocukluğumdan beri önce Ankara, daha sonra da İstanbul’ da şehir merkezinde yaşadım. Toprağa, oyun parklarında, bazen haftasonu pikniklerinde, evdeki saksılarda, yere düştüğümde ya da otoparkın yanındaki çamur birikintisinde dokunma şansı yakaladım.
Şehirde büyüyen her çocuk gibi yağmurdan sonra betonun nasıl koktuğunu, bisikletten düşünce asfaltın dizleri nasıl parçaladığını, araba lastiklerini tekmeleyip alarmlardan nasıl kaçılacağını, otobüs duraklarında güvercinlerin pislemek için insanları nasıl hedef aldığını gözlemleyerek, yaşayarak büyüdüm. Denedim, çocukluğumdan beri genellikle büyüklerimin sözünü dinlemeyip, deneyerek hatalarımı bulmaya çalıştım. Teorik bilginin insana asla yetmeyeceğini, hep görmenin, deneyimlemenin, tecrübe etmenin gerektiğini düşünerek büyüdüm. Fen lisesi geçmişi olan aileme özenerek, lisede fen alanında eğitim gördüm. Üniversite serüvenime, Anadolu Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik bölümünde başladım. Fizik, kimya ve biyoloji konusundaki çalışmalarda teorik kısımdan çok laboratuarlarda keyif aldım.
Üniversiteyi terk ettiğimde sosyal iletişime geri dönmek için uzun süre anket çalışmaları yapan şirketlerle çalıştım. Farklı statülerde, farklı gelir seviyelerinde, birbirinden çok farklı kültürlerdeki insanlarla yüz yüze iletişim kurup, onları ikna ederek bilgilerini aldım.
Yıldız Teknik Üniversitesinde Fotoğraf eğitimime başladığımda hem çok zorlandığım hem de çok sevdiğim karanlık odada çalışma fırsatı buldum. Erasmus Öğrenci Değişimi programı ile Portekiz’ e gittiğimde dil bilmediğim için Portekizce işlenen teorik dersleri de, gerektiğinde google translate, gerektiğinde İngilizce bilen birilerine tercüme ettirerek, gerektiğinde hocaların peşinden koşup İngilizce açıklama isteyerek başardım ama en çok laboratuar derslerine, uygulama derslerine hayran kaldım. Eski baskı tekniklerini, fotoğraf emülsiyonu hazırlamanın zorluğunu ve güzelliğini görerek, deneyerek aldığım bütün derslerden başarılı olarak geçtim.
Türkiye’ ye geri döndüğümde, burada uzun süre teknikleri uygulayamamanın, ilgilenen insanlar bulamamanın sıkıntısını, kimyasalları, gerekli ekipmanları edinememenin üzüntüsünü yaşadım. Beni çok heyecanlandırmasına rağmen unuttuğum, unutmak zorunda kaldığım teknikler oldu. Ben ne kadar yılıp kaçmaya, stüdyoya yönelmeye çalışsam da bu anlamda deneysel fotoğrafın heyecanı peşimi hiç bırakmadı. Bir süre sonra da stüdyodan kopmama, toprağa dokunmama neden olacak kadar beni ele geçirdi. Fotoğraf serüvenime Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf bölümünde yüksek lisans öğrencisi olarak tez aşamasında devam etmekteyim.
Deneysel fotoğraf, belgesel bir anlam ifade ediyor. Her bir kopyalanamayan, tek, eşsiz baskı, eşsiz fotoğraf, yok olmasıyla ya da yüzyıllarca dayanmasıyla ayrı birer karakter, ruh katıyor kendi varlığına. Beni benden alan, heyecanlandıran kısım, verilen yoğun emek ile, resimsel etkiler oluşturması ile, farklı kimyasalların etkilerinin ve ışığın her bir saniyesinin değerinin tamamiyle fotoğrafı oluşturan etmenleri barındırması. İnsan, bu fotoğrafları oluştururken verdiği emek ile sadece bir işçi olabiliyor süreçte. Tamamen etkileyemiyor, belirleyemiyor, yönetemiyor ve hakim olamıyor. Sadece tahmin yürütebiliyor ve deneyerek gözlemleyebiliyor. Bu yüzden beni ben yapan şeyi yaşayabilmek için deneysel fotoğraf ile ilgileniyorum.
Ayşe Nilden Aksoy